Kader meselesinin anlaşılabilmesi için; iki
noktanın çok iyi anlaşılması gerektiğini daha önce ifade etmiştik.
Bu iki noktadan bir tanesi; Allah’ın ezeliyeti
idi. Bu bahsi detaylarıyla inceledik ve anladık ki; Allah, ilmi ile bütün
zamanları, geçmişi, hâli ve geleceği aynı anda kuşatır. Bizim
yapacaklarımızı, daha yapmadan evvel, ezeliyeti ile bilir.
Şimdi ise, çok iyi anlaşılması gereken bu iki
noktadan ikinci noktayı; yani “ilmin maluma tabi olması” kaidesini
inceleyeceğiz. Bu nokta da iyi kavrandığında, çözülmez bir muamma zannedilen
kader bahsinin, ne kadar anlaşılır olduğunu ve içinde cevaplanamaz hiçbir soru
olmadığını göreceksiniz.
Kader meselesini kavrayabilmek için “ilmin maluma tabi
olması” kaidesini, ezeliyet bahsi kadar iyi anlamak zorundayız. Bu
yüzden bu kaide ile ilgili tam on misal vereceğiz. Bu on misalden sonra bir
daha aklınıza, “Allah günah işleyeceğimi yazmış, benim suçum ne?” diye bir soru
asla gelmeyecek.
1. MİSAL:
Malum ise; o şeyin hariçteki gerçek halidir.
Mesela, bir elmayı ele alalım. Elmanın
zihnimdeki şekli ilimdir, malum ise elmanın kendi şeklidir. Acaba, ben elmayı
bu şekilde bildiğim için mi elma böyle; yoksa elma böyle olduğu için mi ben onu
öyle biliyorum? Yani benim ilmim, malum olan elmanın şekline mi bağlı? Yoksa
malum olan elma, ilim olan benim bilgime mi bağlı?
Biraz daha açarsak; eğer ben elmayı karpuz
gibi bilseydim, elma karpuza dönüşür müydü? Elbette ki hayır. Çünkü malum olan
elmanın şekli, ilmime bağlı değildir. Ben onu bu şekilde bildiğim için o, bu
şekle bürünmemiştir. Bilakis elma bu surette olduğu için ben onu böyle
bilmekteyim. O halde ilim, yani elmanın zihnimdeki şekli, maluma, yani elmanın
gerçek haline tabidir.
2. MİSAL:
Farzedelim ki, kasamda 500 lira var ve ben
kasamda 500 liranın olduğunu biliyorum. İşte benim kasamdaki
500 liranın varlığını bilmem; ilimdir.
Malum ise; kasamdaki 500 liradır. Şimdi yine
aynı soruyu soralım: “Ben bildiğim için mi kasamda 500 lira var; yoksa kasamda 500 lira
olduğu için mi ben böyle biliyorum?” Yani ilmim maluma mı tabi,
yoksa malum olan kasadaki para, ilmime mi tabi? Elbette ilim maluma tabi. Yani
ben bildiğim için kasada 500 lira yok, bilakis kasada 500 lira olduğu için ben
öyle biliyorum.Eğer bunun tersi olsaydı, yani, ilim maluma tabi olacağı yerde,
malum ilme tabi olsaydı; ben kasada 500 lira yerine 500 milyonum var olduğunu
zannettiğimde, kasada o kadar paranın olması gerekirdi. Hâlbuki bu olmuyor.
Sebebi ise; malumun ilme değil, ilmin maluma tabi olmasıdır.
Yüksek bir tepede oturduğunuzu farzediyoruz.
Tepenin altında da kavisli bir tren yolu olsun. Siz tepenin tam üstünde
olduğunuzdan, tren yolunun hem sağını, hem solunu, tamamını görebiliyorsunuz.
Ve bir baktınız ki, aynı rayda karşılıklı ilerleyen iki tren var. Onların iki
dakika sonra çarpışacaklarını gördüğünüzden, elinizdeki deftere “Bu iki tren iki
dakika sonra çarpışacak.” diye yazdınız. Ve trenler iki dakika sonra
çarpıştı.
Şimdi kazadan kurtulan makinistlere
deseniz ki: “İşte
bu benim defterim, ben sizin çarpışacağınızı, daha siz çarpışmadan önce bu
deftere yazmıştım.”
Acaba makinistlerin size şöyle deme hakları
var mıdır? “Biz
senin yüzünden kaza yaptık. Eğer sen bizim kaza yapacağımızı yazmasaydın, biz
çarpışmazdık, sen yazdığın için çarpıştık. Sen bu kazanın sebebisin.”
Elbette diyemezler. Çünkü sizin yazınız yani ilim, onların çarpışacağına
yani maluma tabidir.
Başka bir ifadeyle; siz, onların çarpışacağını
ilminizle gördüğünüzden dolayı bu yazıyı yazdınız, yoksa onlar, siz yazdığınız
için çarpışmadılar. Siz yüksek bir yerde olduğunuz için, onların
göremediklerini; aynı raydan ilerlediklerini gördünüz.
Hem sizin yazınız sadece bir tespittir;
zorlama ve kaza sebebi değildir. Eğer kaza, sizin yazınız yüzünden olsaydı, o
halde şunun da olması gerekirdi: Siz, çarpışacak bu iki tren hakkında“çarpışmayacaklar” diye
yazardınız, onlar da aynı raydan karşılıklı ilerlemelerine rağmen
çarpışmazlardı. Eğer ilim maluma tabi olacağı yerde, malum ilme tabi olsaydı,
dünyanın hiçbir yerinde kazalar olmazdı. Bir adam defterine, “bugün hiç kaza
olmayacak” diye yazardı ve kazaları önlerdi. Hâlbuki bu asla olmaz.
Şimdi bu misali şöyle özetleyelim:
Siz kaza yapacaklarını yazdığınız için onlar
kaza yapmadı, bilakis onlar kaza yapacakları için siz yazdınız. Yani ilminiz ve
yazınız, maluma, “onların yapacakları kazaya tabidir.”
Sizin yazınızdan dolayı onlar mesuliyetten
kurtulamaz. Zira onlar bu yazının yazılmasına sebep olmuşlardır.
Daha senenin başında iken aldığınız bir
takvimde, senenin bütün günlerindeki, güneşin doğuş ve batış saatlerinin yazılı
olduğunu görürsünüz.
Mesela, senenin son günü olan 31 Aralık
gününe baksanız, İstanbul için güneşin doğuş vaktinin 7:15, batış vaktinin
16:45 olduğunu görürsünüz.
İşte takvimdeki bu yazı ilimdir.
Malum ise; güneşin o saatte doğacak ve
batacak olmasıdır.
Yine sorumuz aynı; “Acaba takvimde
yazıldığı için mi güneş o saatlerde doğuyor ve batıyor?” Yani malum
olan güneşin doğup batacağı saat, ilim olan takvimdeki yazıya mı tabi? Yoksa
güneşin o saatte doğup, o saatte batacağı önceden hesaplanıp, bilindiği için mi
takvime kaydedilmiş? Yani ilim maluma mı tabi? Elbette ikinci şık, yani ilmin
maluma tabi olması doğrudur.
Zira güneşin doğacağı ve batacağı saatler
hesaplanmış ve yazılmış. Eğer tersi olsaydı, malum ilme tabi olup, yazıldığı
için doğup batsaydı; o zaman takvime güneşin doğuş vakti olarak, 7:15 yerine
12:00 yazdığımızda, güneşin 12:00 de doğması, hatta “Bugün güneş doğmayacak.” yazdığımızda
güneşin o gün doğmaması gerekirdi. Hâlbuki bunların hiçbiri olmuyor. Sebebi
ise, ilmin, yani takvimdeki yazının, maluma, yani güneşin kendisine tabi
olmasıdır.
Şimdi şunu düşünelim: İnsan son derece aciz,
zayıf, ilmi noksan, zaman ve mekânla kayıtlı olduğu halde, bir sene sonra
güneşin ne zaman doğacağını ve ne zaman batacağını, önceden bilebiliyor ve onu
takvime kaydediyor. Ve hiçbir insanın aklına; “Takvimde güneşin doğma ve batma vakitleri
yazıldığı için güneş bu saatlerde doğmak ve batmak mecburiyetinde kalıyor, bu
yazı olmasaydı, güneş bu saatlerde doğup, batmazdı.” gibi batıl bir
fikir gelmiyor.
Hâl böyle iken, acaba kudreti sonsuz, ilmi
nihayetsiz, zaman ve mekânların kayıtlarından münezzeh, ezelin sultanı olan
Allah’ın, bir takvim hükmünde olan kader defterine, bizim doğacağımız günü ve
batacağımız, yani öleceğimiz günü ve bu iki gün arasında neler yapacağımızı
yazmasını niçin kavrayamıyoruz?
Takvimde yazıldığı için güneşin doğmadığını
bildiğimiz halde, niçin kader takvimimizde yazıldığı için o işleri
yapmadığımızı, bilakis biz yapacağımız için onların yazıldığını, yani Allah’ın
ilminin, malum olan fiillerimize tabi olduğunu anlayamıyoruz? Ve günahımızı
kadere yüklemeye çalışıyoruz?
İstanbul-Ankara arası 500 km.’dir. Bu
mesafenin bizler tarafından bilinmesi ve kitaplarda yazılması; ilimdir. Malum
ise, bu mesafenin kendisidir. Burada da durum aynıdır. İlmimiz, maluma tabidir.

Kaidemiz neydi? “İlim maluma tabidir…” O halde
Allah yazdığı için biz yapmıyoruz, bizim ne yapacağımızı Allah ezeliyeti ve
nihayetsiz ilmi ile bilmiş ve kader defterine kaydetmiştir. Burada önemli
olan; “İlmin
maluma tabi olması” kaidesini, Allah’ın ezeliyeti ile beraber
düşünmenizdir. Ezeliyeti kavramadan, bu kaidenin tek başına anlaşılması mümkün
değildir. Bu sebepten biz bu kaideye geçmeden evvel, Allah’ın ezeliyetini
farklı misaller ile anlamaya çalıştık. Allah’ın ne yapacağımızı, ezeli ilmi ile
bilmesi, asla zorlama sebebi değildir. Bu sadece bir tespittir.
Hakikat böyleyken bunun aksini düşünüp “Ben kaderin
mahkûmuyum.” diyerek, suçu kadere atmak ne kadar manasızdır.
Onların bu ifadesi şu manaya gelir ki, “ilim maluma tabi değil, malum ilme tabidir”, yani
Allah “Bu
kul cehennemlik olsun.” demiş, o da cehennemlik olmuştur. Veya “Bu cennetlik
olsun.” demiş, o da cennetlik olmuştur.
Hâlbuki durum böyle değildir, bilakis
Allah’ın ilmi, olacak olan hadiselere tabidir, yani ne olacaksa onu bilmiş ve
kader defterinde kayıt etmiştir. Bunu söyleyenlerin temennisi aslında şudur: “Bizim mesul
olmamız için, Allah bizim yaptıklarımızı yaptıktan sonra bilsin, yani Allah yarını
bilmesin.” demektir. Bilmemek ise, Allah’ın şanına yakışmaz, zira
bilmemek bir kusur ve eksikliktir, Allah ise bütün kusur ve eksikliklerden
münezzehtir.
Bir kumandan farzediyoruz ki, elindeki kamera
ile nöbet tutan askerleri kontrole gidiyor. Ve iki askerin nöbette uyuduğunu
görüyor. Ve onların bu hallerini kamerasıyla kaydediyor.
Bu olayda ilim; kameradaki kayıttır ve
kumandanın bu iki haylaz askerin halini bilmesidir.Malum ise, bu iki askerin uyumasıdır.
Sorumuz yine aynı:
“Kumandan kameraya çektiği için
mi askerler uyudu, yani malum olan askerlerin uyuması, ilme mi bağlı? Yoksa
askerler uyuduğu için mi kumandan onları öylece çekti, yani ilim olan
kumandanın bilgisi ve kameraya kaydetmesi, maluma mı tabi?”
Elbette kumandanın bilgisi ve kamera kaydı,
askerlerin haline, yani ilim maluma tabidir.
Kumandan bildiği ve onların bu suç halini
kaydettiği için onlar uyumadı, bilakis onlar nöbette uyudukları için kumandan
bildi ve onları öylece kaydetti...
Acaba kumandan ertesi gün nöbette uyuyan o
iki askeri yanına çağırarak, bir gün önceki hallerini onlara seyrettirse. Ve
onlara dese ki: “Niçin nöbette uyudunuz, niçin askerlik kanunlarını çiğnediniz, bu
yaptığınız bir suçtur, ceza göreceksiniz…” Acaba bu azarları işiten
askerler diyebilirler mi ki: “Kumandanım, nöbette uyuma suçunu senin yüzünden
işledik. Bu suçu bize sen işlettin. Çünkü sen bizi kamerayla çektin. Eğer sen
bizi çekmeseydin biz uyumazdık.” Elbette diyemezler. Çünkü kaidemiz
şuydu; kumandanın ilmi, malum olan; askerlerin uyumasına tabidir.
Bir daha tekrar edersek; “kumandan bildiği
için onlar uyumadı, onlar uyuduğu için kumandan onları öyle bildi ve öylece
kaydetti.” Eğer onlar, diğer askerlerin uyumadığı gibi uyumasaydı, kumandan
onları “uyumaz” bilecek ve öylece kaydedecekti.
Şimdi şunu farzedelim ki, bu kumandan aynı
zamanda manevi bir kumandan olsun ve zamanda yolculuk yapabilsin. Yarına ve
diğer günlere, daha o günler gelmeden geçebilsin ve o günlerde yaşanacak
olayları daha yaşanmadan bilsin. İşte bu kumandanın bir ay sonraya yolculuk
yaptığını ve yine nöbette uyuyan iki askeri kamera ile kaydettiğini ve tekrar
bugüne döndüğünü farzediyoruz.
Ve bir ay sonra tam o kumandanın gördüğü ve
kaydettiği gibi o iki asker uyudu. Yani kumandanın olacağını bildiği şey oldu.
Ve kumandan uyuyan o iki askeri yanına çağırarak, bir ay önce yaptığı çekimi
onlara seyrettirdi ve onlara dedi ki: “Bakın ben sizin nöbette uyuyacağınızı bir ay
önceden biliyordum, hatta bu halinizi kameramla çekmiştim.”
Acaba o askerlerin, kumandana şöyle
deme hakları var mıdır: “Kumandanım, o zaman suçlu sensin, niçin bizi ayakta çekmedin ki. Eğer
sen bizim uyuyacağımızı bilmeseydin ve uyuduğumuzu kaydetmeseydin, biz
uyumazdık, cezamıza razı değiliz.” Elbette diyemezler!..
Zira kumandanın bilgisi ilimdir ve malum olan
askerlerin uykusuna tabidir. Askerler kumandanları bildiği ve kaydettiği için
uyumadılar, bilakis zamanlarda gezebilen bu kumandan, kendi zamanından bir ay
sonraya gitti, onların bu vaziyetlerini gördü ve onları kaydetti.
Başka bir ifadeyle onları nöbette uyutan şey
kumandanın bilgisi değildir, tam tersine, kumandanın bilgisi onların uyumayı
tercih etmelerine ve uyumalarına tabidir. Eğer onlar uyumayı tercih
etmeseydiler, kumandan da onları bu şekilde kaydetmeyecekti.
Aynen bu misalde olduğu gibi, ezel ve ebedin
kumandanı olan Allah da, zaman ve mekândan münezzeh olduğu için bütün
zamanlardaki hadiseleri şu anda oluyormuş gibi görmekte ve bilmektedir. Bu
hakikati ezeliyet bahsinde işlemiştik.
İşte, Allah bizim cüz’i irademizle
işleyeceğimiz bütün fiilleri kameraya çekmiş, yani ilmin bir unvanı olan kader
defterlerinde kaydetmiştir.
Acaba misalimizdeki, nöbette uyuyan askerlere
benzeyen günahkâr birisi, “Allah bildiği için ben günah işliyorum, suç Allah’ın bilmesidir, eğer
bilmeseydi bunları işlemezdim.” dese, misaldeki askerler gibi gülünç bir
duruma düşmez mi?
Hem nasıl oluyor da, misaldeki kumandanın,
askerlerin uyumasında hiçbir müdahalesi ve suçu olmadığını fark edebilen insan,
bu misalden hiçbir farkı olmayan kâinatın kumandanı olan Allah’ın kaydına ve
bilgisine, kendi suçunu yüklemeye çalışır?.. İşte buna şaşılır!
Tren istasyonlarında trenlerin geleceği
saatler yazılıdır.
İşte bu yazı, ilimdir.
Malum ise, trenin o saatte gelecek olmasıdır.
Sorumuz yine aynı: “Yazılı olduğu için mi tren geliyor, yoksa
trenin o saatte geleceği bilindiği için mi yazılmış?..”
Kaidemiz neydi? “İlim maluma tabidir.” O halde sorumuzun
cevabı: “Trenin
geleceği bilindiği için yazılmış.” Eğer tersi olsaydı, malum ilme
tabi olsaydı; yaramaz bir çocuk trenin geliş saatini değiştirdiğinde trenin
gelmemesi gerekirdi. Hatta trenlerin geliş-gidiş saatlerini bildiren tablo
yanlışlıkla kırıldığında, artık hiçbir trenin o istasyona uğramaması gerekirdi.
Hâlbuki bunların hiçbiri olmuyor. Çünkü malum asla ilme tabi değildir.
İşte, Allah’ın bilgisi ve kader yazısı,
istasyondaki, trenin geliş-gidiş saatlerinin yazılı olduğu tabloya benzer ve bu
ilimdir. Bizim yapacağımız her şey ise; istasyona gelecek olan tren gibidir,
malumdur. Misalimizdeki trenin, tablodaki yazıdan dolayı istasyona gelmemesi,
bilakis trenin geleceği için böyle bir yazının yazılmış olması gibi, Allah
bildiği için de biz yapmamaktayız, biz yapacağımız için Allah bilmektedir.
Mesleğinde son derece tecrübeli bir hâkim
düşünüyoruz. Yılların verdiği tecrübe ile neredeyse kişiyi gözünden tanıyacak
bir seviyeye gelmiş olsun. Bu hâkim yolda giderken, görünüş itibariyle son
derece kötü bir adamı görür ve yılların verdiği tecrübeyle bu kişinin ileride
bir suç işleyeceğini ve mahkemede karşısına suçlu olarak çıkacağını elindeki
deftere yazar.
Aradan biraz zaman geçince sokakta gördüğü o
adam, bir suçtan dolayı hâkimimizin karşısına çıkar. Hâkim, cezasını karara
bağladıktan sonra ona der ki: “Bak bu benim defterim, ben seni daha önce sokakta
görmüş, senin suç işleyeceğini tahmin etmiş ve bunu defterime tâ o zamanda
kaydetmiştim!..”

Aynen bunun gibi, bu kâinatın yegâne hâkimi
olan Allah da, biz kulların neler işleyeceğini ezeli ilmiyle bilmiş ve kader
defterlerimize yazmıştır. Bizler Allah yazdı diye yapmamaktayız, bilakis biz
yapacağımız için Allah yazmıştır.
Hâl böyle iken, misalimizdeki suçlunun hâkime
karşı yaptığı savunmayı ve suçunu hâkimin yazısına bağlamasını, bizler de
Hâkimlerin Hâkimi olan, Allah’a karşı yapsak, yani günahımızı Allah’ın yazısına
bağlayarak; “Allah
yazmasaydı, biz bu günahı işlemezdik.” gibi batıl sözler söylesek, acaba
bu işlediğimiz günahtan daha büyük bir kabahat olmaz mı?
9. MİSAL:
Yine son derece tecrübeli bir öğretmen düşünüyoruz. Yılların verdiği tecrübeyle, daha sene başında iken hangi öğrencinin sınıfı başarıyla geçeceğini ve hangilerinin sınıfta kalacağını tahmin etsin ve bu tahminini de bir deftere kaydetmiş olsun.
Yine son derece tecrübeli bir öğretmen düşünüyoruz. Yılların verdiği tecrübeyle, daha sene başında iken hangi öğrencinin sınıfı başarıyla geçeceğini ve hangilerinin sınıfta kalacağını tahmin etsin ve bu tahminini de bir deftere kaydetmiş olsun.
Ve sene sonu geldiğinde öğretmenin, sınıfı
geçeceğini tahmin ettiği öğrenciler, sınıflarını geçsin ve sınıfta kalacağını
tahmin ettiği öğrenciler de sınıflarında kalmış olsun.
Öğretmenimiz sınıfta kalan öğrencilere
karnelerini verdikten ve bu öğrenciler karnelerindeki zayıf notları gördükten
sonra onlara dese ki: “Bakın bu benim defterim ki, ben sizin sınıfta kalacağınızı tahmin
etmiş ve daha sene başında iken bunu yazmıştım. Ve sizler tam benim tahmin
ettiğim gibi sınıfta kaldınız!..”

Acaba öğretmenlerinin bu sözüne karşılık, bu
tembel öğrencilerin “Öğretmenim, madem siz bu yazıyı daha biz sınıfta kalmadan yazmışsınız,
o halde sınıfta kalmamızın sebebi sizin bu yazınızdır. Eğer siz bizim
hakkımızda ‘sınıflarını geçecekler’ diye yazsaydınız, biz sınıfta kalmazdık!..”
demeye hakları var mıdır?
Elbette böyle diyemezler, çünkü öğretmenin
ilmi, malum olan öğrencilerin tembelliğine bağlıdır. Başka bir ifadeyle;
öğretmen böyle yazdığı için onlar sınıfta kalmadı, bilakis onların tembellik
edeceğini ve ders çalışmayacaklarını öğretmenleri tecrübesiyle bildi ve böylece
defterine kaydetti.
Eğer onlar, öğretmenin yazısından dolayı
sınıfta kalacak olsalardı, o zaman öğretmen, çalışkan öğrenciler için “sınıfta
kalacaklar” yazardı ve çalışkan öğrenciler de sınıfta kalırdı. Ama
bunların hiç biri olmuyor, kimse bir yazıdan dolayı sınıfını geçip, bir yazıdan
dolayı da sınıfta kalmıyor. Çünkü ilim, zorlama ve cebir aracı değildir, o
sadece bir tespit ve beyandır.
Aynen bu misalde olduğu gibi, gayb
âlemlerinin âlimi olan Allah da, hangimizin sınıfta kalacağını, yani imtihanı
kaybedeceğini, hangimizin sınıfı geçerek cennete gideceğini ezeli ilmi ile
bilmiş ve bu bilgiyi, ilmin bir unvanı olan kader defterimizde yazmıştır.
Sınıfta kalan öğrencilerin, öğretmenlerini
suçlaması ve kabahatlerini öğretmenlerinin yazısına yüklemeye çalışmaları ne
kadar asılsız ise, günah işleyen bir kişinin de günahını kadere yüklemesi o
derece asılsız ve gerçekten uzaktır.
10. MİSAL:
“İlmin maluma tabi olması” kaidesini
anlayabilmek için, tam dokuz misal verdik. Çünkü bu kaideyi ve ezeliyet bahsini
anlamak; kaderi anlamak demektir. Biz son bir misalle “ilmin maluma tabi
olması” kaidesini tamamlayacağız.
Şöyle ki: Peygamber Efendimiz (asv) ahir
zaman fitnelerinden ve kıyametin alametlerinden bahsetmiştir.
Efendimiz (asv)’in bu bahsi; ilimdir.
Malum ise, bu hadiselerin kendisidir.
Sorumuz yine aynı: “Peygamberimiz
(asv) haber verdi diye mi ahir zaman fitneleri çıkacak; yoksa ahir zaman
fitnelerinin çıkacağı için mi Efendimiz (asv) onlardan haber vermiş?”
İlim, maluma tabi olduğundan dolayı; ahir
zaman fitnelerinin çıkacağı için Efendimiz (asv)’in haber verdiği şıkkı
doğrudur. Zaten bunun tersi düşünüldüğünde, ahir zaman fitnelerinden
Peygamberimiz (asv)’i mesul tutmak ve “Eğer haber vermeseydi bunlar olmazdı.” demek
lazım gelir ki, bunun ne kadar yanlış olduğunu her akıl sahibi takdir edebilir.
NETİCE:
Bu on misalle anladık ki, “İlim, maluma
tabidir.” Şimdi bu kaideyi kader hakkında tahlil edelim:
Allah’ın bizim ne yapacağımızı bilmesi ve bu
bilgiyi kader defterimizde yazması; ilimdir. Bu ilim neye tabidir? Elbette
malum olan bizim fiillerimize ve yapacaklarımıza tabidir. Yani biz yapacağımız
için Allah öyle bilmiştir. Yoksa Allah öyle bildi diye biz mecburen yapmamaktayız.
O halde şöyle diyebiliriz: Suçunu kadere
yükleyen insan, iki şeyden habersizdir.
Allah’ın ezeliyetini ve ezeliyetin ne manaya
geldiğini bilmemektedir.
“İlmin maluma tabi olması” kaidesinden
habersizdir.
Bu iki mesele anlaşıldığında kader hakkındaki
bütün sorular cevaplarını bulmaktadır.
İşlediğimiz fiilleri, kader defterinde
yazıldığından dolayı, cebren ve zorlama ile işlemediğimizi, bilakis biz ne
yapacaksak, kader defterimize onun yazıldığını anlatmaya çalıştık.
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder