fetvalar
İmam-ı Rabbani Hazretlerinin
Mektubat'ından Mevlânâ Bedreddîne Arabî'ye yazılan289. Mektub
Kazâ ve kader bilgisini, çok kimseler anlıyamamış, doğru
yoldan ayrılmışdır. Bu bilgi üzerinde akl yürütenler, vehm ve hayâllerine
kapılmışdır. Bunlardan bir kısmı, insanların istiyerek yapdığı işlerinin cebr,
zor ile olduğunu sanmış, çokları da, insanların her işi yaratarak yapdığını,
istiyerek yapılan işlere, Allahü teâlânın karışmadığını söylemişdir. Üçüncü
anlayış şekli de, doğru yolda gidenlerin, islâmiyyeti iyi anlıyanların sözüdür
ki, bunlar, (Fırka-i nâciyye) ismi ile müjdelenmiş olan Ehl-i sünnet
vel-cemâ'at'dir. Allahü teâlâ, o yüksek âlimlerden ve onların yolunda
gidenlerden râzı olsun! Bunlar, birinci ve ikinci kısmda olanlar gibi taşkınlık
yapmamış, orta yolu seçmişlerdir.
Ehl-i sünnetin reîsi olan imâm-ı a'zam Ebû Hanîfe
(rahmetullahi aleyh), imâm-ı Ca'fer-i Sâdıkdan (radıyallahü anh) sordu:
İşte, Ehl-i sünnet âlimleri diyor ki, kulların istekli
hareketlerini, işlerini Allahü teâlâ îcâd etmekde, yaratmakdadır. Onun kudreti
ile var oluyorlar. Fekat, insanın kudreti de karışmakdadır. İstekli
hareketlerimiz, Allahü teâlânın kudreti ile (Yaratılır) ve bizim kudretimiz ile
(Kesb edilmiş) olur.
Ehl-i sünnetden, Ebül-Hasen-i Alî Eşarîye göre, insanların
istekli işlerine, kendi ihtiyârları, hiç karışmaz. Yalnız, kul bir iş yapmak
isteyince, Allahü teâlâ, o işi hemen yaratmakdadır. Âdet-i ilâhîsi hep
böyledir. İşin yapılmasında kulun kudretinin tesîr i olmaz. Bu sözü, (Cebriyye)
mezhebinin sözüne yakındır. Bunun için, Eşarî mezhebine (Cebr-i mütevassıt)
denilmekdedir.
Büyük âlim, Ebû İshâk İsferâînî buyurdu ki, (İnsanların
yapdığı, istekli hareketlerinin meydâna gelmesinde, kendi kudretleri de işe
karışmakdadır. İş iki kudretin bir araya gelmesi ile yapılıyor. Biri, kulun
kudreti, ikincisi Allahü teâlânın kudretidir. Ayrı iki kuvvetin tesîr i ile,
bir iş meydâna gelir) diyor. Eşarîden kâdî Ebû Bekr-i Bâkıllânî buyuruyor ki,
(İnsanın kudreti, işin meydâna gelmesine değil, işin iyi veyâ fenâ olmasına,
yanî tâat veyâ günâh olmasına tesîr eder. Mâtürîdî mezhebi de böyledir).
Bu zaîf kulun anladığına göre, insanın kudreti, işin yapılmasına da, iyi veyâ
fenâ olmasına da, birlikde tesîr etmekdedir. Çünki, işin meydâna
gelmesine tesîr etmeyip, yalnız iyi veyâ fenâ olmasına tesîr eder
demek manâsızdır. Çünki, işin iyi veyâ kötü olması, işin yapılması ile meydâna
çıkar. Fekat, bunun için de, aynı kuvvetin ayrıca tesîr etmesi lâzımdır.
İşin yapılması başkadır, iyi veyâ fenâlığının yapılması başkadır. O hâlde, işin
iyi veyâ fenâ olması için de, kuvvetin ayrıca tesîr i lâzımdır demek, yanlış olmaz.
Ebül-Hasen-i Eşarî, böyle demiyor. Hâlbuki, insanların kudretini Allahü teâlâ
yaratdığı gibi, bu kudretin tesîr etmesini de Allahü teâlâ yaratmakdadır.
Bunun için, kulun kudretinin tesîr etdiğini söylemek, hakîkate dahâ yakın
olur. Eşarî mezhebi, Allahü teâlânın, kullarını cebr etdiğini bildirmiş oluyor.
Çünki, kulda ihtiyârın yanî beğendiğini yapmak bulunmadığını ve kulun işinde,
kendi kuvvetinin hiç tesîr i olmadığını bildiriyor. Bu mezhebi, cebriyyeden
ayıran şey, cebriyye mezhebinde, bir insan, bir işi yapdı demek, mecâzdır.
Yanî, o istekli işi, yalnız Allahü teâlâ yapmışdır. O insanın eli ile
yapmışdır. İnsanda kudret yokdur derler. Eşarî ise, işi yapan, hakîkatde
insandır. Ancak, insanın isteği ile değil, Allahü teâlânın istemesi ile
yapmışdır. İnsanda ihtiyâr yokdur diyor. Ehl-i sünnetden, Eşarîden başkaları,
kulun kudreti, yapdığı istekli işde tesîr eder diyor. Eşarî ise, kudreti
ancak, işin yaratılmasına sebeb olup, yaratılmasında tesîr i olmaz diyor ki,
her ikisine göre de, işi insan yapdı demek doğru olur. Ehl-i sünnet,
Cebriyyeden, böylece ayrılmış olur. Cebriyye mezhebinin, insanın, istekli
işlerini hakîkaten yapdığını kabûl etmemesi, işi insan yapdı demek mecâzdır
demesi küfrdür, Kur'ân-ı kerîmi inkâr etmekdir. (Temhîd) kitâbının sâhibi iyor
ki, Cebriyye mezhebinde, (İşi insanın yapması mecâzdır, görünüşdür, insanda
kudret yokdur. Kullar, rüzgarla sallanan yaprak gibidir. İnsanların her
hareketi, ağacın hareketi gibi mecbûrîdir) diyenler kâfir olur. Yine diyor ki,
Cebriyyenin, (Kulların iyi, kötü, bütün işleri, hakîkatde onların değildir.
İhtiyârî hareketleri de yapan, yalnız Allahdır) sözleri de küfrdür.
Süâl: İmâm-ı Eşarî insanın işinde, kudretinin tesîri
yokdur, hakîkatde insanın ihtiyârı da yokdur dediği hâlde, işi yapan hakîkatde
kuldur demesi, doğru mudur?
Cevâb: İnsan kudretinin, işinde tesîr i yok ise de, Allahü
teâlâ, işi yaratması için, onun kudretini sebeb kılmışdır. Allahü teâlânın
âdeti şöyledir ki, insan kudretini ve ihtiyârını bir iş için kullanınca, Allahü
teâlâ, o işi yaratıyor. İnsanın kudreti, böylece, işin yapılmasına sebeb
oluyor. İşlerin yapılmasına tesîr etmiş oluyor. Çünki, kulun kudreti
olmadıkça, âdet-i ilâhî o işi yaratmamakdadır. Bu âdete göre, işi yapan,
insandır demek, hakîkatde doğru oluyor. Eşarî mezhebini doğru yola uydurmak,
ancak böyle olur. Başka dürlü anlatanları şübheli dinlemelidir.
Ehl-i sünnet âlimleri kadere inanmış, kaderin hayrlısı,
şerlisi, iyisi, kötüsü, tatlısı, acısı, hep Allahü teâlâdandır demişdir. Çünki
(Kader), var etmek, yaratmak demekdir ve herşeyi yapan, yaratan, ancak Allahü
teâlâdır. (Mutezile), yanî kaderiyye fırkası kazâ ve kadere inanmadı. İşlerin,
yalnız kulun kudreti ile hâsıl olduğunu zan etdi. Şerler, kötülükler, Allahü
teâlânın kazâsı ile olsaydı, bunlar için azâb yapmazdı. Bunlara azâb yapması
zulm olur dedi. Böyle sözleri söylemek zulmdür. Câhilce sözdür. Çünki, kazâ ve
kadere inanmakla, kulun ihtiyârı ve kudreti gitmez. (Kazâ) demek, bir insanın
bir işi kendi ihtiyârı ile yapıp yapmayacağını, Allahü teâlânın, önceden
bilmesi demekdir ki, insanda ihtiyârın bulunduğunu göstermekdedir. Kazâya
inanmak irâdenin, ihtiyârın yok olmasına sebeb olsaydı, Allahü teâlâ da,
yaratmağa mecbûr veyâ memnû olurdu. Çünki, ezelde, her şeyin var olacağını
bildi ise, onu yaratmağa mecbûr olurdu. Yokluğunu bildi ise, yaratması memnû
olurdu. Kazâya inanmak, kulda ihtiyârın bulunmasına inanmağa mâni olsaydı,
Allahü teâlâda irâde ve ihtiyârın bulunmasına inanmağa da mâni olurdu. Allahü
teâlânın yaratacağı şeyleri ezelde bilmesi, irâde sıfatını yok etmediği gibi,
kullarının yapacağı şeyleri de ezelde bilmesi, kulların irâde ve ihtiyâr sâhibi
olmalarına mâni değildir. Evet, insanların kudreti azdır. İşi yalnız insan
kudreti yapar demek, pek aklsızlık olur ve düşüncesizliğin son derecesidir.
Mutezilenin, burada da, doğru yoldan ayrılmış olduğunu, Mâverâünnehr âlimleri
bildirmiş, bunların sözü, mecûsîlerin sözünden dahâ fenâdır demişlerdir.
Çünki mecûsîler, Allahü teâlânın bir şerîki, ortağı var sanmışdır. Mutezile
ise, sayısız ortak var demekdedir.
(Cebriyye mezhebi), insan aslâ bir iş yapmaz, cânsızlar gibi
hareket eder. İnsanın kudreti, kasdı, ihtiyârı yokdur diyor. İnsanlar iyi iş
yapınca sevâb kazanmaz, kötü işlerine azâb yapılmaz sanıyor. Kâfirler, günâh
işliyenler mazûrdur, mesûl olmazlar. Çünki, insanın her işini, yalnız Allah
yapıyor. İnsan istese de, istemese de, Allah günâh yaratıyor. İnsan günâh
yapmağa mecbûrdur diyorlar. Bu sözleri küfrdür. Bunlara (Mürcie) de denir ki,
melûndurlar. Günâh, insana zarar vermez. Âsî, fâsık, azâb görmiyecekdir
dediler. Peygamberimiz (s.a.v) buyurdu ki, (Mürcie mezhebinde olanlara yetmiş
Peygamber, lanet etmişdir). Mezhebleri temâmen yanlışdır, bozukdur. Çünki,
ihtiyârî, istekli hareketimiz ile, titreme, refleks hareketlerinin başka olduğu
meydândadır. Elimizle birşey tutmamız, elbette ihtiyârımız iledir. Göz
seğirmesi, kalbin çalışması ise, böyle değildir. Kur'ân-ı kerîm ve hadîs-i
şerîfler, bu mezhebin bozuk olduğunu bildirmekdedir. Nitekim, Secde ve Ahkaf ve
Vâkı'a sûrelerinde, (Yapdıklarının cezâsıdır) ve Kehf sûresinde, (İstiyen îmân
etsin, istiyen inanmasın!) meâl-i şerîfleri ile buyurmakdadır.
İnsanların çoğu, tenbel olduğundan ve niyyetleri kötü
olduğundan özr, behâne arıyor. Süâlden, azâbdan kurtulmak için, Eşarî, hattâ
Cebriyye mezhebine yanaşıyor. Bunlar, bazan, (İnsanın hakîkatde ihtiyârı
yokdur. İşi insanın yapması mecâzdır, görünüşdedir) diyor. Bazan da, (İnsanın
ihtiyârı azdır. Herşeyi yapan, Allahü teâlâdır) diyor. Bu söz, Cebriyye
mezhebine kayıyor. Bunlar, bazı tesavvuf büyüklerinin sözlerini öne sürüyor. Meselâ,
(İşleri yapan birdir. Hiçbirşey yokdur, yalnız O vardır. İnsanın işinde,
kudretinin tesîr i yokdur. İnsanın hareketi, ağacın sallanması gibidir. İnsanın
varlığı da, işleri de, çöldeki serâb gibidir, bir görünüşden başka birşey
değildir) gibi sözler, bu gevşek, tenbellerin kötü söylemelerini ve
işlemelerini destekliyor. Herşeyin doğrusunu, ancak Allahü teâlâ bilir.
Bildiğimiz kadar, bunlara şöyle cevâb veririz ki: Eşarînin dediği gibi, eğer
ihtiyâr, hakîkaten bulunmasaydı, Allahü teâlâ, kulların zulm etdiğini
bildirmezdi. İnsanın yapdığı işde kendi kudreti tesîr etmeyip, kudreti,
yalnız işin yaratılmasına sebeb olsaydı, insanların kötü işlerine zulm
denmezdi. Hâlbuki Allahü teâlâ, Kur'ân-ı kerîmin birçok yerinde, insanların
zulm işlediğini bildiriyor. İnsanın gücü, işin yaratılmasına tesîr
etmeyip, yalnız sebeb olsaydı zulm buyurmazdı. Evet, Allahü teâlâdan gelen
elemlerde, azâblarda, insanın ihtiyârı karışmıyor. Fekat, bu zulm olmaz. Çünki,
Allahü teâlâ, kaydsız, şartsız mâlikimiz, sâhibimizdir. Mülk yalnız Onundur.
Mülkünü, istediği gibi kullanır, hiç zulm olmaz. Fekat insanların zulm
etdiklerini bildirmesi, insanda ihtiyârın bulunduğunu göstermekdedir. Burada
zulmün mecâz olması düşünülemez. Hakîkatler, zarûret olmadıkca mecâz yapılmaz.
İnsanların irâdeleri, ihtiyârları zaîfdir, azdır sözüne
gelince, eğer Allahü teâlânın ihtiyârı yanında azdır denirse veyâ insanların
ihtiyârı yalnız olarak işleri meydâna getiremez demek istenirse, doğru olur.
Fekat, eğer ihtiyârları, işlerin yapılmasına tesîr etmez denirse, doğru
olmadığını yukarıda bildirdik.
Sôfiyye-i aliyyeden bazısının, insanda ihtiyârın
bulunmadığını veyâ kuvvetsiz olduğunu gösteren birkaç sözünü yukarıda
yazmışdık. Tesavvuf büyüklerinin, islâmiyyete uymıyan sözlerine, hiç kıymet
verilmez. Nerde kaldı ki, huccet ve sened olarak kullanılsın. Yanî, bir
iddiâyı, düşünceyi isbât için böyle sözleri şâhid getirmek, hiç doğru olmaz.
Şâhid, sened olacak, uyulabilecek, ancak Ehl-i sünnet âlimlerinin sözleridir.
Sôfiyye-i aliyyenin sözlerinden, âlimlerin sözüne uygun olanlar, kabûl edilir.
Uymıyanları, kabûl edilmez. Burada da yine bildirelim ki, Sôfiyye-i aliyyeden,
hâlleri, keşfleri doğru olanlar, islâmiyyete uymıyan hiçbirşey söylememiş ve
yapmamışdır. Keşflerinden, hâllerinden, islâmiyyete uymıyanların, yanlış
olduğunu anlarlar. İslâmiyyete muhâlif olan sözlere ve hareketlere doğru diye
sarılmak, zındıklık, ilhâd yanî dinsizlik alâmetidir.
Şunu da ilâve edelim ki, Sôfiyye-i aliyyenin islâmiyyete
uymıyan bazı sözleri, hâlin kapladığı zemânda, keşf yolu ile anladıkları
bilgilerdir ki, o zemân, akl ve şüûrları örtülü olduğundan, özrlü sayılırlar ve
keşfleri yanlış olmuşdur. Başkalarının, böyle keşflere, sözlere uyması câiz değildir.
Böyle sözlere, islâmiyyete uyacak şeklde manâ vermek, kelimelerden anlaşılan
manâyı bırakıp, meşhûr olmıyan manâlarını vererek, islâmiyyete uydurmak
lâzımdır. Çünki âşıkların, muhabbet serhoşlarının sözleri, çeşidli manâlara
gelir. Bu manâlar arasından, doğru ve onların büyüklüğüne yakışan manâyı bulup,
öyle kabûl etmek lâzımdır.
Kaydol:
Kayıtlar (Atom)
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder